Prof.Dr.Aziz ÇELİK - SOSYAL GÜVENLİĞE DAİR SORU VE CEVAPLAR

Emekli yoksulluğu ve sefaleti: Sorumlu AKP zihniyeti!

Emeklilerin yaşadığı yoksulluğun ve sefaletin nedeni AKP zihniyetidir. AKP hükümeti seçim öncesi emekli aylıklarının sefaletinin yarattığı öfkeye karşı yamalar yapmaya ve “müjde” balonları uçurmaya çalışıyor. Ancak mızrak çuvala sığmaz. Ne seçim öncesi ne de seçim sonrası AKP’nin neoliberal zihniyetiyle emeklilerin ferahlaması mümkün değil. Emeklilik sistemindeki sorunlar geçici değil yapısal, konjonktürel değil sistemiktir.

Emekliler geçen hafta ülke genelinde alanlara çıkarak sorunlarını gündeme getirmişti.

Emeklilerin hali malum. Uzun söze gerek yok! Sefalet düzeyinde aylıklara mahkum edilen emeklilerle dalga geçercesine 2024 “Emekliler Yılı” ilan edilse de güneş balçıkla sıvanmıyor.  Seçimlere bir hafta kala emeklilerin seçimlerine en büyük gündemi olmasının sebebi emekli aylıklarının sefalet düzeyine düşmesidir. Bunun yarattığı panik ile her gün bir müjde balonu uçuruluyor. Çeşitli yamalarla emeklilerin gözü boyanmaya çalışılıyor. Emeklilerin yaşadığı sefaletin, son yıllarda enflasyon ve ekonomik sorunlardan kaynaklandığı ve kaynak olmadığı iddia ediliyor. Emeklilerin hali pürmelaline bu yazıda yeniden değinmeyeceğim. Bu konuda DİSK-AR tarafından hazırlanan ve editörlüğünü yaptığım Avrupa’da ve Türkiye’de Emeklilerin Durumu raporunda detaylı veriler var: arastirma.disk.org.tr/?p=11042

Emeklilerin yaşadığı sefaletin sebebi ne tek başına enflasyon ne de kaynak sıkıntısıdır. Asıl sebep AKP hükümeti tarafından 2006 ve 2008 yıllarında bile isteye ve “sosyal güvenlik reformu” adı altında çıkartılan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Kanunudur. Bu yasa ile Türkiyenin emeklilik sisteminde emekliler aleyhine vahim değişiklikler yapıldı. Bugün emekli aylıklarının sefalet aylığına dönüşmesinin asıl sebebi budur.  AKP bunu bilerek ve isteyerek, kamusal emeklilik sistemini zayıflatmak için yaptı! Şimdi bu gerçeği saklamanın, yamalarla çözüm aramanın manası yok. Mesele sistemik değil de konjonktürel bir meseleymiş, enflasyon olmasaymış, ekonomik sıkıntılar olmasaymış emeklilerin durumu daha olurmuş gibi yapmanın alemi yok. “Kaynak yok” saçmalığının ise hiç alemi yok!

5510 KARŞI DEVRİMİ!

2006-2008 yıllarında “reform” adı altında sunulan 5510 karşı devrimi emeklilere yoksulluk ve sefalet getirdi. Bu gerçeğin üstü örtülemez. Emekliler bugüne adım adım getirildi. 5510 karşı devrimi “yapısal reformlar” adı altında yapıldı. En büyük destekçileri liberal finansçılar ve ekonomistlerdi. Sosyal güvenliği şirket gibi yönetmek istiyorlardı. Nitekim öyle de oldu ama olan sayıları 16 milyona yaklaşan emekliye oldu. Şimdi bir hafıza tazeleyeyim ve 2006-2008 yıllarında yapılan karşı-sosyal güvenlik devrimiyle emeklilerin neler kaybettiğine bakalım. Bu bir fikri takip yazısıdır!

Türkiye’de emeklilerin bugün yaşadığı sorunların büyük bölümü 2006 yılında yürürlüğe giren ve 2008 yılında köklü değişiklikler yapılan 5510 sayılı SSGSS Kanunu’ndan kaynaklanıyor. 5510 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikler emekli aylıklarının ciddi biçimde düşmesine yol açtı.

5510 sayılı SSGSS Kanunu ile emekli aylıklarının sistemli bir biçimde düşürülmesi süreci başladı. Bilindiği gibi emekli aylıkları için dört unsur büyük önem taşımaktadır: 1-Güncelleme katsayısı, 2-Aylık bağlama oranı (ABO), 3-Aylıkların alt sınırı, 4-Aylıkların artırılma yöntemi.

Emekli aylığı, güncelleme katsayısı kullanılarak hesaplanan aylık ortalama kazanç ile aylık bağlama oranının çarpımı sonucu bulunur.  Bir çarpma işleminin ki çarpanını da düşürürseniz sonuç düşer! Alt sınır ve aylıkların artırılma biçimi ise aylıkların korunması ve artırılması açısından önem taşıyan diğer iki unsurdur. 5510 sayılı Yasa bu dört konuda ciddi hak kayıpları ve geriye gidişler yarattı. Tek tek anlatayım:

1- Güncelleme Katsayısı Düşürüldü

Güncelleme katsayısı sigortalının geçmişteki prime esas kazancının veya ödediği primlerin bugünkü değerini bulmak için yaşamsal önemdedir. Güncelleme katsayısı aylık ortalama kazancın bulunması için kullanılan bir değişkendir. Geçmişteki prime esas kazançların bugünkü değerine ulaşması için geçmiş prime esas kazançların enflasyon oranında artırılarak bugüne taşınması gerekir. Ancak yeterli değildir.

Eğer dönem boyunca ekonomide meydana gelen büyüme (gayri safi yurt içi hasıla -GSYH- artışı) dikkate alınmazsa gerçek anlamda bir güncelleme yapılmamış olur. Sigortalının kazançlarına refah payı (büyüme payı) eklenmemiş ve bu yüzden kazanç ve primler gerçek değerleriyle güncellenmemiş olur.  Böyle olursa emekli yoksullaşmış olur. Bu yüzden güncelleme yapılırken hem enflasyonun hem de büyümenin dikkate alınması gerekir.

2000-2008 arasında güncelleme yapılırken Tüketici Fiyatları Endeksi’nde (TÜFE) meydana gelen artış ve büyüme oranının yüzde 100’ü hesaba katılıyordu. Böylece büyümenin tamamı güncelleme katsayısına yansıtılmış oluyordu.

5510 sayılı Yasa ile güncelleme katsayısında GSYH artışının etkisi yüzde 100’den yüzde 30’a düşürüldü. Güncelleme katsayısı halen TÜFE ile büyüme oranının yüzde 30’unun toplamından elde ediliyor. Diğer bir ifade ile büyüme oranının yüzde 70’i güncelleme katsayısında artık dikkate alınmıyor.

Bu değişiklik son derece yaşamsaldır. Büyümenin yüzde 100’ü yerine yüzde 30’unun dikkate alınması emekli aylıklarında vahim kayıplara yol açtı. Bir örnekle anlatayım. 2008-2023 arası Türkiye’nin toplam büyümesi yüzde 109,5 olarak gerçekleşti. Eğer resmi enflasyon ve büyümenin yüzde 100’ü dikkate alınarak prime esas kazançlar güncellenseydi bambaşka bir tablo olurdu. Örneğin 2008 yılında prime esas kazancı brüt ortalama asgari ücret tutarında  (623 TL) olan bir sigortalının güncellenmiş prime esas kazancı 2023 yılı sonunda 15 bin 727 TL olacaktı. Ancak artık büyüme oranının yüzde 30’u hesaba katıldığı için 2008’deki asgari ücret tutarındaki prime esas kazancın güncellenmiş 2023 değeri 9 bin 802 TL’de kaldı ve asgari ücretin çok altına düştü. Bu durum diğer yılların prime esas kazancının güncellenmesinde de yaşandığı için güncellenmiş toplam prime esas kazanç düşmüş oldu.

2- Aylık Bağlama Oranı Düşürüldü

Gelelim ikinci değişken olan aylık bağlama oranına (ABO). Sigortalının belirli bir prim ödeme gün sayısı karşılığında güncellenmiş aylık ortalama kazancının ne kadarının emekli aylığı olarak ödeneceği aylık bağlama oranına bağlıdır. Aylık bağlama oranının yüksek olması daha yüksek emekli aylığı anlamına gelmektedir.

5510 sayılı Yasa ile güncelleme katsayısını düşürmekle yetinmediler, aylık bağlama denkleminin diğer çarpanı olan aylık bağlama oranını da düşürdüler. İşçiler için bu oran 1999 öncesinde ilk 5000 gün için yüzde 60 sonraki her 240 gün için yüzde 1 idi. 25 yıllık sigortalılıkta eğer 9000 bin eksiksiz prim yatırılmışsa aylık bağlama oranı yüzde 77’ye kadar yükseliyordu. 2000 yılından sonra 25 yıl ve 9000 gün prim ödenmesi durumunda aylık bağlama oranı yüzde 65 olmaktaydı. Emekli Sandığı’na tabi kamu çalışanları için ise bu oran 25 yıllık çalışma süresi için yüzde 75 ve 25 yıldan fazla çalışılan her yıl için yüzde 1’di.

5510 sayılı Yasa ile aylık bağlama oranları ciddi bir biçimde düşürüldü. 5510 sayılı Yasa ile 25 yıl ve 9000 gün prim ödeyenlerin aylık bağlama oranı yüzde 50, 7200 gün prim ödeyenlerin aylık bağlama oranı ise yüzde 40’a düşmektedir. Ayrıca Yasa ile tavan sınırlaması getirildi ve aylık bağlama oranlarının yüzde 90’ı geçemeyeceği hükme bağlandı.

Sonuç olarak emekli aylığını belirleyen her iki değişken de küçültüldü ve her iki değişken de düştüğü için aylıklar eski sisteme göre ciddi biçimde gerilemiş oldu.

2000’lerin başlarında en düşük emekli aylıkları asgari ücretin üzerine çıkabiliyordu. Şimdi asgari ücretin çok altına düşmesinin temel nedenleri bu yasal değişikliklerdir.

3- Aylıkların Alt Sınırı Düşürüldü

Emekli aylıklarının alt sınırı yaşamsal bir konudur. Alt sınırın düşük olması özellikle aylık bağlama oranlarının düşük olması durumunda ciddi sorunlara yol açabilir. Eğer emekli aylıkları belirli bir alt sınırla korunmazsa düşük gelirli çalışanların emekli aylıklarında çok ciddi düşüşler olabilir. Emekli aylıkları asgari ücretin yarısına, dahası üçte birine kadar gerileyebilir.

İşçi emeklilerin aylık alt sınır aylığı 1999 öncesinde yüzde 70 idi. 5510 sayılı Yasa’nın 55. maddesi ile yüzde 35-40 olarak belirlendi. Örneğin 2008 yılında işe giren bir çalışan alt sınırdan prim ödediğinde 7200 gün prim ödeyerek emekli olursa emekli aylığı prime esas kazancın yüzde 40’ına kadar gerileyebilecektir. Prime esas kazancın alt sınırından 9000 gün prim ödeyen bir çalışanın emekli aylığı ise (enflasyon ve büyüme oranlarını sabit varsayarak) prime esas kazancın yarısına kadar gerileyebilecektir. Bunun anlamı emekli aylıklarının ve gelirlerinin asgari ücretin yarısına ve hatta daha altına düşmesidir.

Yeri gelmişken söyleyelim. Zaman zaman ileri sürülen “2008 öncesi dönemde ‘en düşük emekli aylığı asgari ücretim 110’undan az olamaz’ şeklinde bir yasal düzenleme vardı ve AKP bunu 2008’de kaldırıldı” iddiası gerçek dışıdır. Böyle bir yasal düzenleme hiç olmadı. Emekli aylıklarının düşüş sebebi yukarıda anlattığım değişikliklerdir. AKP bunları anlattığım şekilde yaptı. Yanlış bilgiyle doğru eleştiri olmaz.

4- Büyümeden Emekliye Sıfır Pay

Emekli aylıklarının bir kez saptandıktan sonra nasıl artırılacağı da son derece önemlidir. Enflasyon ve büyüme oranları emekli aylıkları açısından yaşamsal öneme sahiptir. Emekli aylıkları enflasyondan korunmalı ve ülkedeki refah artışından pay almalıdır. 5510 sayılı Yasa’nın 55. maddesi emekli aylıklarının her yıl ocak ve temmuz aylarında TÜİK tarafından açıklanacak Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) yıllık değişim oranında artırılmasını öngörüyor. Emekliler ekonomik büyümen zırnık pay alamıyor!

Emekli aylıklarının artışının sadece resmi enflasyona hapsedilmesi emekli aylıklarının düşmesine ve emeklilerin yoksullaşmasına yol açtı. Emeklilerin milli gelir içindeki payı düştü ve refahları azaldı.

Bu nedenledir ki bağlandığında ortalama düzeyde olan bir emekli aylığı zamanla en düşük aylık seviyesine doğru gerilemektedir. Emekli aylıklarının gerçek değerini koruyabilmesi için, ilk hesaplanışında da daha sonra artırılmasında da büyüme oranının tümünün dikkate alınması gerekir.

Bu dört önemli değişiklik emekli aylıklarının bugünkü sefalet düzeyine gerilemesinin temel sebepleridir. İşte bu nedenlerle emekli aylıkları bir yandan asgari ücrete diğer yandan kişi başına milli gelire göre önemli ölçüde geriledi ve dibe vurdu.

AKP hükümeti şimdi, 31 Mart 2024 seçimleri öncesi bu tablonun yarattığı yoksulluk ve öfkeye karşı yamalar yapmaya “müjde” balonlar uçurmaya çalışıyor. Ne seçim öncesi ne de seçim sonrası hükümetin benimsediği neoliberal zihniyetle emeklilerin ferahlaması mümkün değil. Mızrak çuvala sığmaz. Emeklilik sistemindeki sorunlar geçici değil yapısal, konjonktürel değil sistemiktir. Emeklilik sisteminde kapsamlı kamucu bir dönüşüme ihtiyaç var.  

Emekliler “günah keçisi” değil!

Emeklilerin hakları gündeme geldiğinde “oh olsun”, “hak ediyorlar”, “aç kalıyorlar ama AKP’ye oy veriyorlar” şeklinde kolaycı, alaycı ve ayrımcı değerlendirmeler yapılıyor. Emeklilere yönelik bu algı gerçeği yansıtmıyor.

Emekli aylıklarının düşüklüğü, emeklilerin hak kayıpları gündeme geldikçe kamuoyunda emeklilere dönük ilginç bir tepki oluşuyor. Emeklilere müstahak olduğu, emeklilerin hem ağlayıp hem de AKP’ye oy verdikleri, emeklilerin iktidarın oy deposu olduğu yönünde öfkeli, alaycı ve abartılı değerlendirmeler yapılıyor. Emeklilere dönük haksızlıkları yazdıkça ben de benzer tepkiler alıyorum. “Emekliler ne ekiyorsa onu biçiyor”, “emeklilere oh olsun”, “onlar da hükümete oy vermesin” gibi tepkilerle ben de sık sık karşılaşıyorum. Bunlar arasında beni oldukça şaşırtan örnekler olduğunu da itiraf etmeliyim!

Adeta mevcut siyasal tablonun asıl sorumlusu olarak emekliler görülüyor. Mevcut rejimin bütün olumsuzluklarının faturası emeklilere kesiliyor. Emeklilere dönük bu değerlendirmelere şehirli-eğitimli seçmen arasında daha fazla rastlanıyor. Dahası bazen muhalif siyasetçiler de emeklileri suçluyor. Emekliler mevcut siyasal tablonun günah keçisi ilan ediliyor. Ah şu emekliler olmasa siyasal tablo ne güzel olacaktı! Bu yazımda emeklilerin siyasal davranışlarına yönelik bazı kalıp yargıları ve ön yargıları ele alamaya çalışacağım.

Emeklileri veya başka bir toplumsal grubu yaşanan olumsuzluklarının tek sorumlusu olarak görmek oldukça kolaycı bir yaklaşım. Her şeyden önce emeklilere dönük eleştiri yani emeklilerin siyasal iktidarın oy deposu olduğu yönündeki eleştiri doğru mu buna bakılması gerekir. Öte yandan velev ki bu doğru olsun -böyle olmadığını aşağıda anlatıyorum- emeklilerin veya başka bir toplumsal grubun neden böyle davrandığını anlamak lazım.

İnsanların “mazoşist” siyasal tercihlerde bulundukları, yoksulluklarının ve sıkıntılarının sorumlularına bile isteye oy verdikleri değerlendirmesi ön yargılı bir değerlendirme olsa gerek. Farklı seçmen kategorilerinin (çalışma durumu, yaş, hane geliri, bölge, cinsiyet, inanç, etnisite) siyasal davranışlarını etkileyen birden çok faktör söz konusudur ve oy verme davranışı bu faktörlerin karmaşık bir bileşimi sonucu ortaya çıkar. Oy verme davranışında içsel faktörler (seçmenin kendine özgü özellikler) kadar dışsal faktörler (ekonomi, siyaset, medya, hakim ideoloji) de etkilidir.

EMEKLİLERİN TOPLUMSAL AĞIRLIĞI

Öte yandan bir kimlik ve özellik tek başına belirleyici olmaz. Örneğin emeklileri ele alalım. Kentlerde, büyük kentlerde yaşanan emekliler de kırsal da yaşayan emekliler de var. Lise üstü eğitime sahip emekli de lise altı emekliler de var. Türk emekli de var Kürt emekli de var. Dolayısıyla farklı kimlik ve özellikler başka kimlik ve özellikler tarafından enine kesilebilir. Seçmen davranışını, oy verme tutumunu sadece iktisadi durum belirlemez. Bu fazlasıyla indirgemecilik olur. Böyle olsaydı hayat çok kolay olurdu.  Herhangi bir toplumsal grubun oy verme davranışının arkasındaki saikleri kalıp yargılarla anlamak mümkün değil. Daha çok sosyal medyada yer alan bazı röportajlara veya çeşitli önyargılara dayalı olduğu tahmin edilen “emekli” karşıtlığı sağlıklı bir durum değil. Emekliler homojen bir grup değil.

Bu genel değerlendirmeden sonra emeklilere biraz daha yakından bakalım. Emekliler oldukça geniş bir toplumsal grup. Yaklaşık 16 milyona yaklaşan ve emekli olarak adlandırılan bir toplumsal gruptan söz ediyoruz. Ancak gerçekte 16 milyonluk bir emekli (yaşlılık aylığı alan) grup yok. Yaşlılık aylığı alanların sayısı 11,5 milyon civarında yaklaşık 4,5 milyon hak sahibi var. Bunlar dul ve yetimler olarak da biliniyor. Bunların önemli bir bölümü kendini emekli değil “ev kadını” olarak tanımlıyor.

Emeklileri tek bir gruptan oluşmuyor. İşçi, memur ve esnaf emeklileri olarak ayrılıyorlar. Dahası emeklilerin önemli bir bölümü işgücü piyasasında kalmaya devam ediyor. Ya çalışıyor veya iş arıyor. Örneğin 1,9 milyon emekli sosyal güvenlik destek pirimi (SGDP) kapsamında çalışmaya devam ediyor. Bunlar kendilerini emekli olarak değil çalışan olarak tanımlıyor. Bir bölümü ise kayıtsız işlerde çalışmaya devam ediyor. Dolayısıyla halen çalışmaya devam eden emekliler kendilerini emekliden ziyade çalışan olarak görüyor. Böyle olunca sadece yaşlılık aylığı ile geçinenlerin sayısı düşüyor. 60 milyon civarındaki seçmen içinde emeklilerin oranı yüzde 16-17 civarındadır.

Dolayısıyla emeklilerin seçimlerin kaderini tayin ettiği iddiası tek başına doğru değil.  Emekliler önemli bir toplumsal grup ama işçiler ve memurlar da öyle işsizler de öyle ev kadınları da öyle. Dahası sosyo-ekonomik özellikler yanında demografik özellikler de seçmen davranışını etkiliyor. Emeklileri sadece yaşlılık aylığı almalarından hareketle tayin edici bir grup olarak görmek hatalı bir yaklaşım.

EMEKLİLER KİME OY VERİYOR?

Yukarıdaki değerlendirmeleri saklı tutarak emeklilerin oy verme davranışına baktığımızda neler görüyoruz? Emekliler kime oy veriyor? Bunu anlayabilmek için seçmen davranışları üzerine yapılmış araştırmalara bakmakta yarar var. Bu kısa yazıda seçmenlerin oy verme davranışını sakilerini tüm yönleriyle ortaya koymak olanaklı değil. Bazı kamuoyu araştırmalara dayanarak emeklilerin ve diğer toplumsal grupların oy verme davranışlarına göz atacağım ve emeklilerin sözü edildiği gibi AKP’nin oy deposu olup olmadığına bakmaya çalışacağım. Bu konuda çeşitli araştırmalar olduğu biliniyor. Ben kamuoyuna açık kimi araştırma sonuçlarından hareketle tespitler yapmaya çalışacağım. KONDA’nın kamuoyuna açık son Barometre araştırma sonuçlarından yararlanacağım. Kuşkusuz yaptığım çıkarımlar KONDA’nın değil benim görüşlerimdir. Araştırma sonuçlarına online olarak şu linkten ulaşılabilir: https://tinyurl.com/yqa95upx

KONDA Barometre 2022-2023 Temmuz aylarını kapsıyor. Güncel, anlık durumu yansıtmıyor ancak eğilimleri anlamak açısından anlamlı. KONDA’nın araştırma sonuçlarına baktığımızda aylara göre önemli değişiklikler göstererek Türkiye genelinde (kararsızlar dağıtılarak) seçmenlerin yüzde 31 ile 38’i arasında bir bölümü AKP’ye oy vereceğini söylüyor.

49 üstü yaş grubunda AKP desteğinin belirgin biçimde arttığı görülüyor. 49 üstü yaş grubunda AKP’ye oy vermeyi düşünenlerin oranı yüzde 36 ile yüzde 45 arasında seyrediyor. 18-32 yaş grubunda ise tam tersi bir eğilim söz konusu bu grupta AKP’ye oy verme eğilimi yüzde 19 ile yüzde 28 arasına düşüyor. Dolayısıyla yaşın çok önemli bir değişken olduğu görülüyor. KONDA araştırmasında işçi-çiftçi-esnaf olarak gruplanan seçmenin AKP’ye oy verme eğilimi 28 ile 33 arasında değişiyor. Bu grubun AKP’ye ortalama seçmen desteğinden daha az oy verdiği anlaşılıyor.

AKP’nin en büyük oy desteğini “ev kadınları” olarak tanımlanan gruptan aldığı görülüyor. Temmuz 2022-Temmuz 2023 döneminde ev kadınlarının AKP’ye desteğinin yüzde 45 ile 60 arasında olduğu görülüyor. Bu oy desteğinin AKP’nin ortalama oy desteğinin çok üzerinde olduğunu görülüyor. Öğrenciler arasında ise tam tersi bir durum söz konusu. Öğrenciler arasında AKP desteği yüzde 12 ile yüzde 19 arasına geriliyor. İşsizler arasında AKP desteğinin yüzde 18 ile 33 arasında olduğu görülüyor.

Gelelim emeklilere! Emekliler arasında AKP’ye oy vermeyi düşünenlerin oranı yüzde 33 ile 42 arasında değişiyor.  Bu oy oranının aylara göre büyük dalgalanmalar gösterdiği de görülüyor. Kasım 2022’de bir kez yüzde 42 olarak ölçülen oy oranı araştırmanın kapsadığı 12 ayın 11’in yüzde 40’ın altında seyretmiş. Dört ayda ise yüzde 35’in altına düşmüş. Emeklilerin 12 aylık dönemde oy everme eğilimlerinde 10 puanlık bir dalgalanma olduğu görülüyor. Bu durum bile tek başına emeklilerin farklı koşulları dikkate alarak oy verme davranışlarını değiştirebildiklerini gösteriyor.

Görüldüğü gibi emeklilerin AKP’ye oy verme eğilimi Türkiye ortalamasına çok yakın seyrediyor. Anket yanılma payını da dikkate aldığımızda emeklilerin Türkiye ortalamasından ciddi bir farklılaşmasından söz etmek mümkün değil. AKP’nin oy deposunun emekliklerden ziyade “ev kadınları” ve 49 üstü yaş grubu olduğu görülmektedir. Ev işleriyle meşgul oldukları için işgücü piyasasına katılmayan kadınların sayısı 9 milyon civarındadır. AKP’nin en düşük oy desteğini beyaz yakalı çalışanlar ile 18-32 yaş grubu ve öğrencilerden aldığı anlaşılıyor.

Araştırmanın yapıldığı dönem ve araştırmanın metodolojik kısıtlarına bağlı olarak oranlarda kimi değişiklikler olacağını varsayarak şunları söylemek mümkündür: Emekliler tek başlarına Türkiye’de seçimlerin kaderini belirleyecek güce sahip değiller. Emekliklerin oy verme davranışı Türkiye ortalamasına paraleldir. Dahası emeklilerin oy verme davranışındaki dalgalanma Türkiye ortalamasından daha yüksektir. Araştırmaya konu 12 aylık dönemde Türkiye ortalamasına göre AKP’nin en düşük ve en yüksek oy oranı arasındaki fark 7 puan iken emeklilerde bu oran 9 puandır. Diğer bir ifadeyle emeklilerin AKP’ye bağlılığı Türkiye ortalamasından daha düşüktür.

Toplumsal Gruplara Göre AKP’nin Oy Desteği (Temmuz 2022-Temmuz 2023) (%):

Açıklama: https://static.birgun.net/resim/content/2024/03/04/emekliler-gunah-kecisi-degil.jpg                                 Kaynak: KONDA Barometre. Karasızlar dağıtılmış sonuçlar. Oranlar yuvarlanmıştır.

“OY DEPOSU” DEĞİLLER

Siyasal tablo nedeniyle emeklileri günah keçisi ilan etmenin alemi yok. Emekliler genel seçmen davranışından çok farklı bir yönelim içinde değiller. Toplumsal sorunların kaynağı olarak belirli grupları görme eğilimi kolaycılıktır. Dahası bu eğilim vahim ayrımcılıklara yol açabilir ve aşırı sağ siyasal davranışları besleyebilir. Nasıl toplumsal sorunların kaynağı olarak göçmenleri görmek hatalı ve ayrımcı bir yaklaşım ise aynı şekilde emeklileri ve yaşlıları toplumsal ve siyasal sorunların kaynağı olarak görmek de ayrımcılıktır. Emeklilere yönelik ayrımcı söylem sosyal politikanın ve sosyal güvenliğin de altını oymakta ve neo-liberal yaklaşımları besleyebilir. Emeklileri hedef gösteren söylem emeklilere ayrılan kaynakları boşa harcanmış kaynaklar olarak göre yaş ayrımcısı ve ultra liberal yaklaşımları güçlendirir.

Özetle emeklilerin ezici çoğunluğu mevcut siyasal iktidarı desteklemiyor. Önemli bir bölümün desteklediği ise sır değil. “Emeklilere müstahak” gibi kolaycı değerlendirmelerden önce emekliler ve AKP’ye yüksek destek veren toplumsal grupların destek sebeplerini anlamak önemli. İnsanların kendi durumlarının siyasal ve sosyal nedenlerini anlamaları otomatik bir şekilde olmuyor.

İktisadi durum otomatik bir siyasal bilinç yaratmıyor. Emeklilerin yaşadıkları sorunların sebeplerini anlamalarının önünde sayısız içsel ve dışsal engel var. Ancak burada asıl sorumluluk emeklilere ve diğer kırılgan gruplara ulaşması gereken siyasal yapılardadır. Şairin dediği gibi “sevmek anlamak değildir, şuurun uzun bir köprüsü var sevmekle anlamak arasında.” Emeklilerin ve emekçilerin sevdikleri/destekledikleri siyasi zihniyet ile anlamaları gereken gerçekler arasında da “şuurun uzun bir köprüsü var.”

Prof.Dr.Aziz ÇELİK - SOSYAL GÜVENLİĞE DAİR SORU VE CEVAPLAR
Whatsapp iletişim
Müşteri Hizmetleri
Yardıma mı ihtiyacınız var? Whatsapp'ta bizimle sohbet edin