Emekli yoksulluğu ve sefaleti: Sorumlu AKP zihniyeti!
Emeklilerin yaşadığı yoksulluğun ve
sefaletin nedeni AKP zihniyetidir. AKP hükümeti seçim öncesi emekli
aylıklarının sefaletinin yarattığı öfkeye karşı yamalar yapmaya ve “müjde”
balonları uçurmaya çalışıyor. Ancak mızrak çuvala sığmaz. Ne seçim öncesi ne de
seçim sonrası AKP’nin neoliberal zihniyetiyle emeklilerin ferahlaması mümkün
değil. Emeklilik sistemindeki sorunlar geçici değil yapısal, konjonktürel değil
sistemiktir.
Emekliler
geçen hafta ülke genelinde alanlara çıkarak sorunlarını gündeme getirmişti.
Emeklilerin hali malum. Uzun söze
gerek yok! Sefalet düzeyinde aylıklara mahkum edilen emeklilerle dalga
geçercesine 2024 “Emekliler Yılı” ilan edilse de güneş balçıkla
sıvanmıyor. Seçimlere bir hafta kala emeklilerin seçimlerine en büyük
gündemi olmasının sebebi emekli aylıklarının sefalet düzeyine düşmesidir. Bunun
yarattığı panik ile her gün bir müjde balonu uçuruluyor. Çeşitli yamalarla
emeklilerin gözü boyanmaya çalışılıyor. Emeklilerin yaşadığı sefaletin, son
yıllarda enflasyon ve ekonomik sorunlardan kaynaklandığı ve kaynak olmadığı
iddia ediliyor. Emeklilerin hali pürmelaline bu yazıda yeniden değinmeyeceğim.
Bu konuda DİSK-AR tarafından hazırlanan ve editörlüğünü yaptığım Avrupa’da ve
Türkiye’de Emeklilerin Durumu raporunda detaylı veriler var:
arastirma.disk.org.tr/?p=11042
Emeklilerin yaşadığı sefaletin
sebebi ne tek başına enflasyon ne de kaynak sıkıntısıdır. Asıl sebep AKP
hükümeti tarafından 2006 ve 2008 yıllarında bile isteye ve “sosyal güvenlik
reformu” adı altında çıkartılan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası (SSGSS) Kanunudur. Bu yasa ile Türkiyenin emeklilik sisteminde
emekliler aleyhine vahim değişiklikler yapıldı. Bugün emekli aylıklarının
sefalet aylığına dönüşmesinin asıl sebebi budur. AKP bunu bilerek ve
isteyerek, kamusal emeklilik sistemini zayıflatmak için yaptı! Şimdi bu gerçeği
saklamanın, yamalarla çözüm aramanın manası yok. Mesele sistemik değil de
konjonktürel bir meseleymiş, enflasyon olmasaymış, ekonomik sıkıntılar
olmasaymış emeklilerin durumu daha olurmuş gibi yapmanın alemi yok. “Kaynak
yok” saçmalığının ise hiç alemi yok!
5510 KARŞI DEVRİMİ!
2006-2008 yıllarında “reform” adı
altında sunulan 5510 karşı devrimi emeklilere yoksulluk ve sefalet getirdi. Bu
gerçeğin üstü örtülemez. Emekliler bugüne adım adım getirildi. 5510 karşı
devrimi “yapısal reformlar” adı altında yapıldı. En büyük destekçileri liberal
finansçılar ve ekonomistlerdi. Sosyal güvenliği şirket gibi yönetmek
istiyorlardı. Nitekim öyle de oldu ama olan sayıları 16 milyona yaklaşan
emekliye oldu. Şimdi bir hafıza tazeleyeyim ve 2006-2008 yıllarında yapılan
karşı-sosyal güvenlik devrimiyle emeklilerin neler kaybettiğine bakalım. Bu bir
fikri takip yazısıdır!
Türkiye’de emeklilerin bugün yaşadığı
sorunların büyük bölümü 2006 yılında yürürlüğe giren ve 2008 yılında köklü
değişiklikler yapılan 5510 sayılı SSGSS Kanunu’ndan kaynaklanıyor. 5510 sayılı
Yasa ile yapılan değişiklikler emekli aylıklarının ciddi biçimde düşmesine yol
açtı.
5510 sayılı SSGSS Kanunu ile emekli
aylıklarının sistemli bir biçimde düşürülmesi süreci başladı. Bilindiği gibi
emekli aylıkları için dört unsur büyük önem taşımaktadır: 1-Güncelleme
katsayısı, 2-Aylık bağlama oranı (ABO), 3-Aylıkların alt sınırı, 4-Aylıkların artırılma
yöntemi.
Emekli aylığı, güncelleme katsayısı
kullanılarak hesaplanan aylık ortalama kazanç ile aylık bağlama oranının
çarpımı sonucu bulunur. Bir çarpma işleminin ki çarpanını da düşürürseniz
sonuç düşer! Alt sınır ve aylıkların artırılma biçimi ise aylıkların korunması
ve artırılması açısından önem taşıyan diğer iki unsurdur. 5510 sayılı Yasa bu
dört konuda ciddi hak kayıpları ve geriye gidişler yarattı. Tek tek anlatayım:
1- Güncelleme Katsayısı Düşürüldü
Güncelleme katsayısı sigortalının
geçmişteki prime esas kazancının veya ödediği primlerin bugünkü değerini bulmak
için yaşamsal önemdedir. Güncelleme katsayısı aylık ortalama kazancın bulunması
için kullanılan bir değişkendir. Geçmişteki prime esas kazançların bugünkü
değerine ulaşması için geçmiş prime esas kazançların enflasyon oranında
artırılarak bugüne taşınması gerekir. Ancak yeterli değildir.
Eğer dönem boyunca ekonomide meydana
gelen büyüme (gayri safi yurt içi hasıla -GSYH- artışı) dikkate alınmazsa
gerçek anlamda bir güncelleme yapılmamış olur. Sigortalının kazançlarına refah
payı (büyüme payı) eklenmemiş ve bu yüzden kazanç ve primler gerçek
değerleriyle güncellenmemiş olur. Böyle olursa emekli yoksullaşmış olur.
Bu yüzden güncelleme yapılırken hem enflasyonun hem de büyümenin dikkate alınması
gerekir.
2000-2008 arasında güncelleme
yapılırken Tüketici Fiyatları Endeksi’nde (TÜFE) meydana gelen artış ve büyüme
oranının yüzde 100’ü hesaba katılıyordu. Böylece büyümenin tamamı güncelleme
katsayısına yansıtılmış oluyordu.
5510 sayılı Yasa ile güncelleme
katsayısında GSYH artışının etkisi yüzde 100’den yüzde 30’a düşürüldü.
Güncelleme katsayısı halen TÜFE ile büyüme oranının yüzde 30’unun toplamından
elde ediliyor. Diğer bir ifade ile büyüme oranının yüzde 70’i güncelleme
katsayısında artık dikkate alınmıyor.
Bu değişiklik son derece
yaşamsaldır. Büyümenin yüzde 100’ü yerine yüzde 30’unun dikkate alınması emekli
aylıklarında vahim kayıplara yol açtı. Bir örnekle anlatayım. 2008-2023 arası
Türkiye’nin toplam büyümesi yüzde 109,5 olarak gerçekleşti. Eğer resmi
enflasyon ve büyümenin yüzde 100’ü dikkate alınarak prime esas kazançlar
güncellenseydi bambaşka bir tablo olurdu. Örneğin 2008 yılında prime esas
kazancı brüt ortalama asgari ücret tutarında (623 TL) olan bir
sigortalının güncellenmiş prime esas kazancı 2023 yılı sonunda 15 bin 727 TL
olacaktı. Ancak artık büyüme oranının yüzde 30’u hesaba katıldığı için
2008’deki asgari ücret tutarındaki prime esas kazancın güncellenmiş 2023 değeri
9 bin 802 TL’de kaldı ve asgari ücretin çok altına düştü. Bu durum diğer
yılların prime esas kazancının güncellenmesinde de yaşandığı için güncellenmiş
toplam prime esas kazanç düşmüş oldu.
2- Aylık Bağlama Oranı Düşürüldü
Gelelim ikinci değişken olan aylık
bağlama oranına (ABO). Sigortalının belirli bir prim ödeme gün sayısı
karşılığında güncellenmiş aylık ortalama kazancının ne kadarının emekli aylığı
olarak ödeneceği aylık bağlama oranına bağlıdır. Aylık bağlama oranının yüksek
olması daha yüksek emekli aylığı anlamına gelmektedir.
5510 sayılı Yasa ile güncelleme
katsayısını düşürmekle yetinmediler, aylık bağlama denkleminin diğer çarpanı
olan aylık bağlama oranını da düşürdüler. İşçiler için bu oran 1999 öncesinde
ilk 5000 gün için yüzde 60 sonraki her 240 gün için yüzde 1 idi. 25 yıllık
sigortalılıkta eğer 9000 bin eksiksiz prim yatırılmışsa aylık bağlama oranı
yüzde 77’ye kadar yükseliyordu. 2000 yılından sonra 25 yıl ve 9000 gün prim
ödenmesi durumunda aylık bağlama oranı yüzde 65 olmaktaydı. Emekli Sandığı’na
tabi kamu çalışanları için ise bu oran 25 yıllık çalışma süresi için yüzde 75
ve 25 yıldan fazla çalışılan her yıl için yüzde 1’di.
5510 sayılı Yasa ile aylık bağlama
oranları ciddi bir biçimde düşürüldü. 5510 sayılı Yasa ile 25 yıl ve 9000 gün
prim ödeyenlerin aylık bağlama oranı yüzde 50, 7200 gün prim ödeyenlerin aylık
bağlama oranı ise yüzde 40’a düşmektedir. Ayrıca Yasa ile tavan sınırlaması
getirildi ve aylık bağlama oranlarının yüzde 90’ı geçemeyeceği hükme bağlandı.
Sonuç olarak emekli aylığını
belirleyen her iki değişken de küçültüldü ve her iki değişken de düştüğü için
aylıklar eski sisteme göre ciddi biçimde gerilemiş oldu.
2000’lerin başlarında en düşük
emekli aylıkları asgari ücretin üzerine çıkabiliyordu. Şimdi asgari ücretin çok
altına düşmesinin temel nedenleri bu yasal değişikliklerdir.
3- Aylıkların Alt Sınırı Düşürüldü
Emekli aylıklarının alt sınırı
yaşamsal bir konudur. Alt sınırın düşük olması özellikle aylık bağlama
oranlarının düşük olması durumunda ciddi sorunlara yol açabilir. Eğer emekli
aylıkları belirli bir alt sınırla korunmazsa düşük gelirli çalışanların emekli
aylıklarında çok ciddi düşüşler olabilir. Emekli aylıkları asgari ücretin
yarısına, dahası üçte birine kadar gerileyebilir.
İşçi emeklilerin aylık alt sınır
aylığı 1999 öncesinde yüzde 70 idi. 5510 sayılı Yasa’nın 55. maddesi ile yüzde
35-40 olarak belirlendi. Örneğin 2008 yılında işe giren bir çalışan alt
sınırdan prim ödediğinde 7200 gün prim ödeyerek emekli olursa emekli aylığı
prime esas kazancın yüzde 40’ına kadar gerileyebilecektir. Prime esas kazancın
alt sınırından 9000 gün prim ödeyen bir çalışanın emekli aylığı ise (enflasyon
ve büyüme oranlarını sabit varsayarak) prime esas kazancın yarısına kadar
gerileyebilecektir. Bunun anlamı emekli aylıklarının ve gelirlerinin asgari
ücretin yarısına ve hatta daha altına düşmesidir.
Yeri gelmişken söyleyelim. Zaman
zaman ileri sürülen “2008 öncesi dönemde ‘en düşük emekli aylığı asgari ücretim
110’undan az olamaz’ şeklinde bir yasal düzenleme vardı ve AKP bunu 2008’de
kaldırıldı” iddiası gerçek dışıdır. Böyle bir yasal düzenleme hiç olmadı.
Emekli aylıklarının düşüş sebebi yukarıda anlattığım değişikliklerdir. AKP
bunları anlattığım şekilde yaptı. Yanlış bilgiyle doğru eleştiri olmaz.
4- Büyümeden Emekliye Sıfır Pay
Emekli aylıklarının bir kez
saptandıktan sonra nasıl artırılacağı da son derece önemlidir. Enflasyon ve
büyüme oranları emekli aylıkları açısından yaşamsal öneme sahiptir. Emekli
aylıkları enflasyondan korunmalı ve ülkedeki refah artışından pay almalıdır.
5510 sayılı Yasa’nın 55. maddesi emekli aylıklarının her yıl ocak ve temmuz
aylarında TÜİK tarafından açıklanacak Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) yıllık
değişim oranında artırılmasını öngörüyor. Emekliler ekonomik büyümen zırnık pay
alamıyor!
Emekli aylıklarının artışının sadece
resmi enflasyona hapsedilmesi emekli aylıklarının düşmesine ve emeklilerin
yoksullaşmasına yol açtı. Emeklilerin milli gelir içindeki payı düştü ve
refahları azaldı.
Bu nedenledir ki bağlandığında
ortalama düzeyde olan bir emekli aylığı zamanla en düşük aylık seviyesine doğru
gerilemektedir. Emekli aylıklarının gerçek değerini koruyabilmesi için, ilk
hesaplanışında da daha sonra artırılmasında da büyüme oranının tümünün dikkate
alınması gerekir.
Bu dört önemli değişiklik emekli
aylıklarının bugünkü sefalet düzeyine gerilemesinin temel sebepleridir. İşte bu
nedenlerle emekli aylıkları bir yandan asgari ücrete diğer yandan kişi başına
milli gelire göre önemli ölçüde geriledi ve dibe vurdu.
AKP hükümeti şimdi, 31 Mart 2024
seçimleri öncesi bu tablonun yarattığı yoksulluk ve öfkeye karşı yamalar yapmaya
“müjde” balonlar uçurmaya çalışıyor. Ne seçim öncesi ne de seçim sonrası
hükümetin benimsediği neoliberal zihniyetle emeklilerin ferahlaması mümkün
değil. Mızrak çuvala sığmaz. Emeklilik sistemindeki sorunlar geçici değil
yapısal, konjonktürel değil sistemiktir. Emeklilik sisteminde kapsamlı kamucu
bir dönüşüme ihtiyaç var.
Emekliler “günah keçisi” değil!
Emeklilerin hakları gündeme
geldiğinde “oh olsun”, “hak ediyorlar”, “aç kalıyorlar ama AKP’ye oy
veriyorlar” şeklinde kolaycı, alaycı ve ayrımcı değerlendirmeler yapılıyor.
Emeklilere yönelik bu algı gerçeği yansıtmıyor.
Emekli aylıklarının düşüklüğü,
emeklilerin hak kayıpları gündeme geldikçe kamuoyunda emeklilere dönük ilginç
bir tepki oluşuyor. Emeklilere müstahak olduğu, emeklilerin hem ağlayıp hem de
AKP’ye oy verdikleri, emeklilerin iktidarın oy deposu olduğu yönünde öfkeli,
alaycı ve abartılı değerlendirmeler yapılıyor. Emeklilere dönük haksızlıkları
yazdıkça ben de benzer tepkiler alıyorum. “Emekliler ne ekiyorsa onu biçiyor”,
“emeklilere oh olsun”, “onlar da hükümete oy vermesin” gibi tepkilerle ben de
sık sık karşılaşıyorum. Bunlar arasında beni oldukça şaşırtan örnekler olduğunu
da itiraf etmeliyim!
Adeta mevcut siyasal tablonun asıl
sorumlusu olarak emekliler görülüyor. Mevcut rejimin bütün olumsuzluklarının
faturası emeklilere kesiliyor. Emeklilere dönük bu değerlendirmelere
şehirli-eğitimli seçmen arasında daha fazla rastlanıyor. Dahası bazen muhalif
siyasetçiler de emeklileri suçluyor. Emekliler mevcut siyasal tablonun günah
keçisi ilan ediliyor. Ah şu emekliler olmasa siyasal tablo ne güzel olacaktı!
Bu yazımda emeklilerin siyasal davranışlarına yönelik bazı kalıp yargıları ve
ön yargıları ele alamaya çalışacağım.
Emeklileri veya başka bir toplumsal
grubu yaşanan olumsuzluklarının tek sorumlusu olarak görmek oldukça kolaycı bir
yaklaşım. Her şeyden önce emeklilere dönük eleştiri yani emeklilerin siyasal
iktidarın oy deposu olduğu yönündeki eleştiri doğru mu buna bakılması gerekir.
Öte yandan velev ki bu doğru olsun -böyle olmadığını aşağıda anlatıyorum-
emeklilerin veya başka bir toplumsal grubun neden böyle davrandığını anlamak
lazım.
İnsanların “mazoşist” siyasal
tercihlerde bulundukları, yoksulluklarının ve sıkıntılarının sorumlularına bile
isteye oy verdikleri değerlendirmesi ön yargılı bir değerlendirme olsa gerek.
Farklı seçmen kategorilerinin (çalışma durumu, yaş, hane geliri, bölge,
cinsiyet, inanç, etnisite) siyasal davranışlarını etkileyen birden çok faktör
söz konusudur ve oy verme davranışı bu faktörlerin karmaşık bir bileşimi sonucu
ortaya çıkar. Oy verme davranışında içsel faktörler (seçmenin kendine özgü
özellikler) kadar dışsal faktörler (ekonomi, siyaset, medya, hakim ideoloji) de
etkilidir.
EMEKLİLERİN TOPLUMSAL AĞIRLIĞI
Öte yandan bir kimlik ve özellik tek
başına belirleyici olmaz. Örneğin emeklileri ele alalım. Kentlerde, büyük
kentlerde yaşanan emekliler de kırsal da yaşayan emekliler de var. Lise üstü
eğitime sahip emekli de lise altı emekliler de var. Türk emekli de var Kürt
emekli de var. Dolayısıyla farklı kimlik ve özellikler başka kimlik ve
özellikler tarafından enine kesilebilir. Seçmen davranışını, oy verme tutumunu
sadece iktisadi durum belirlemez. Bu fazlasıyla indirgemecilik olur. Böyle
olsaydı hayat çok kolay olurdu. Herhangi bir toplumsal grubun oy verme
davranışının arkasındaki saikleri kalıp yargılarla anlamak mümkün değil. Daha
çok sosyal medyada yer alan bazı röportajlara veya çeşitli önyargılara dayalı
olduğu tahmin edilen “emekli” karşıtlığı sağlıklı bir durum değil. Emekliler
homojen bir grup değil.
Bu genel değerlendirmeden sonra
emeklilere biraz daha yakından bakalım. Emekliler oldukça geniş bir toplumsal
grup. Yaklaşık 16 milyona yaklaşan ve emekli olarak adlandırılan bir toplumsal
gruptan söz ediyoruz. Ancak gerçekte 16 milyonluk bir emekli (yaşlılık aylığı
alan) grup yok. Yaşlılık aylığı alanların sayısı 11,5 milyon civarında yaklaşık
4,5 milyon hak sahibi var. Bunlar dul ve yetimler olarak da biliniyor. Bunların
önemli bir bölümü kendini emekli değil “ev kadını” olarak tanımlıyor.
Emeklileri tek bir gruptan
oluşmuyor. İşçi, memur ve esnaf emeklileri olarak ayrılıyorlar. Dahası
emeklilerin önemli bir bölümü işgücü piyasasında kalmaya devam ediyor. Ya
çalışıyor veya iş arıyor. Örneğin 1,9 milyon emekli sosyal güvenlik destek
pirimi (SGDP) kapsamında çalışmaya devam ediyor. Bunlar kendilerini emekli
olarak değil çalışan olarak tanımlıyor. Bir bölümü ise kayıtsız işlerde
çalışmaya devam ediyor. Dolayısıyla halen çalışmaya devam eden emekliler
kendilerini emekliden ziyade çalışan olarak görüyor. Böyle olunca sadece
yaşlılık aylığı ile geçinenlerin sayısı düşüyor. 60 milyon civarındaki seçmen
içinde emeklilerin oranı yüzde 16-17 civarındadır.
Dolayısıyla emeklilerin seçimlerin
kaderini tayin ettiği iddiası tek başına doğru değil. Emekliler önemli
bir toplumsal grup ama işçiler ve memurlar da öyle işsizler de öyle ev
kadınları da öyle. Dahası sosyo-ekonomik özellikler yanında demografik
özellikler de seçmen davranışını etkiliyor. Emeklileri sadece yaşlılık aylığı
almalarından hareketle tayin edici bir grup olarak görmek hatalı bir yaklaşım.
EMEKLİLER KİME OY VERİYOR?
Yukarıdaki değerlendirmeleri saklı
tutarak emeklilerin oy verme davranışına baktığımızda neler görüyoruz?
Emekliler kime oy veriyor? Bunu anlayabilmek için seçmen davranışları üzerine
yapılmış araştırmalara bakmakta yarar var. Bu kısa yazıda seçmenlerin oy verme
davranışını sakilerini tüm yönleriyle ortaya koymak olanaklı değil. Bazı
kamuoyu araştırmalara dayanarak emeklilerin ve diğer toplumsal grupların oy
verme davranışlarına göz atacağım ve emeklilerin sözü edildiği gibi AKP’nin oy
deposu olup olmadığına bakmaya çalışacağım. Bu konuda çeşitli araştırmalar
olduğu biliniyor. Ben kamuoyuna açık kimi araştırma sonuçlarından hareketle
tespitler yapmaya çalışacağım. KONDA’nın kamuoyuna açık son Barometre araştırma
sonuçlarından yararlanacağım. Kuşkusuz yaptığım çıkarımlar KONDA’nın değil
benim görüşlerimdir. Araştırma sonuçlarına online olarak şu linkten
ulaşılabilir: https://tinyurl.com/yqa95upx
KONDA Barometre 2022-2023 Temmuz
aylarını kapsıyor. Güncel, anlık durumu yansıtmıyor ancak eğilimleri anlamak
açısından anlamlı. KONDA’nın araştırma sonuçlarına baktığımızda aylara göre
önemli değişiklikler göstererek Türkiye genelinde (kararsızlar dağıtılarak)
seçmenlerin yüzde 31 ile 38’i arasında bir bölümü AKP’ye oy vereceğini
söylüyor.
49 üstü yaş grubunda AKP desteğinin
belirgin biçimde arttığı görülüyor. 49 üstü yaş grubunda AKP’ye oy vermeyi
düşünenlerin oranı yüzde 36 ile yüzde 45 arasında seyrediyor. 18-32 yaş
grubunda ise tam tersi bir eğilim söz konusu bu grupta AKP’ye oy verme eğilimi
yüzde 19 ile yüzde 28 arasına düşüyor. Dolayısıyla yaşın çok önemli bir
değişken olduğu görülüyor. KONDA araştırmasında işçi-çiftçi-esnaf olarak
gruplanan seçmenin AKP’ye oy verme eğilimi 28 ile 33 arasında değişiyor. Bu
grubun AKP’ye ortalama seçmen desteğinden daha az oy verdiği anlaşılıyor.
AKP’nin en büyük oy desteğini “ev
kadınları” olarak tanımlanan gruptan aldığı görülüyor. Temmuz 2022-Temmuz 2023
döneminde ev kadınlarının AKP’ye desteğinin yüzde 45 ile 60 arasında olduğu
görülüyor. Bu oy desteğinin AKP’nin ortalama oy desteğinin çok üzerinde
olduğunu görülüyor. Öğrenciler arasında ise tam tersi bir durum söz konusu. Öğrenciler
arasında AKP desteği yüzde 12 ile yüzde 19 arasına geriliyor. İşsizler arasında
AKP desteğinin yüzde 18 ile 33 arasında olduğu görülüyor.
Gelelim emeklilere! Emekliler
arasında AKP’ye oy vermeyi düşünenlerin oranı yüzde 33 ile 42 arasında değişiyor.
Bu oy oranının aylara göre büyük dalgalanmalar gösterdiği de görülüyor. Kasım
2022’de bir kez yüzde 42 olarak ölçülen oy oranı araştırmanın kapsadığı 12 ayın
11’in yüzde 40’ın altında seyretmiş. Dört ayda ise yüzde 35’in altına düşmüş.
Emeklilerin 12 aylık dönemde oy everme eğilimlerinde 10 puanlık bir dalgalanma
olduğu görülüyor. Bu durum bile tek başına emeklilerin farklı koşulları dikkate
alarak oy verme davranışlarını değiştirebildiklerini gösteriyor.
Görüldüğü gibi emeklilerin AKP’ye oy
verme eğilimi Türkiye ortalamasına çok yakın seyrediyor. Anket yanılma payını
da dikkate aldığımızda emeklilerin Türkiye ortalamasından ciddi bir
farklılaşmasından söz etmek mümkün değil. AKP’nin oy deposunun emekliklerden
ziyade “ev kadınları” ve 49 üstü yaş grubu olduğu görülmektedir. Ev işleriyle
meşgul oldukları için işgücü piyasasına katılmayan kadınların sayısı 9 milyon
civarındadır. AKP’nin en düşük oy desteğini beyaz yakalı çalışanlar ile 18-32
yaş grubu ve öğrencilerden aldığı anlaşılıyor.
Araştırmanın yapıldığı dönem ve
araştırmanın metodolojik kısıtlarına bağlı olarak oranlarda kimi değişiklikler
olacağını varsayarak şunları söylemek mümkündür: Emekliler tek başlarına
Türkiye’de seçimlerin kaderini belirleyecek güce sahip değiller. Emekliklerin
oy verme davranışı Türkiye ortalamasına paraleldir. Dahası emeklilerin oy verme
davranışındaki dalgalanma Türkiye ortalamasından daha yüksektir. Araştırmaya
konu 12 aylık dönemde Türkiye ortalamasına göre AKP’nin en düşük ve en yüksek
oy oranı arasındaki fark 7 puan iken emeklilerde bu oran 9 puandır. Diğer bir
ifadeyle emeklilerin AKP’ye bağlılığı Türkiye ortalamasından daha düşüktür.
Toplumsal Gruplara Göre AKP’nin Oy
Desteği (Temmuz 2022-Temmuz 2023) (%):
Kaynak: KONDA Barometre. Karasızlar
dağıtılmış sonuçlar. Oranlar yuvarlanmıştır.
“OY DEPOSU” DEĞİLLER
Siyasal tablo nedeniyle emeklileri
günah keçisi ilan etmenin alemi yok. Emekliler genel seçmen davranışından çok
farklı bir yönelim içinde değiller. Toplumsal sorunların kaynağı olarak belirli
grupları görme eğilimi kolaycılıktır. Dahası bu eğilim vahim ayrımcılıklara yol
açabilir ve aşırı sağ siyasal davranışları besleyebilir. Nasıl toplumsal
sorunların kaynağı olarak göçmenleri görmek hatalı ve ayrımcı bir yaklaşım ise
aynı şekilde emeklileri ve yaşlıları toplumsal ve siyasal sorunların kaynağı
olarak görmek de ayrımcılıktır. Emeklilere yönelik ayrımcı söylem sosyal
politikanın ve sosyal güvenliğin de altını oymakta ve neo-liberal yaklaşımları
besleyebilir. Emeklileri hedef gösteren söylem emeklilere ayrılan kaynakları
boşa harcanmış kaynaklar olarak göre yaş ayrımcısı ve ultra liberal
yaklaşımları güçlendirir.
Özetle emeklilerin ezici çoğunluğu
mevcut siyasal iktidarı desteklemiyor. Önemli bir bölümün desteklediği ise sır
değil. “Emeklilere müstahak” gibi kolaycı değerlendirmelerden önce emekliler ve
AKP’ye yüksek destek veren toplumsal grupların destek sebeplerini anlamak
önemli. İnsanların kendi durumlarının siyasal ve sosyal nedenlerini anlamaları
otomatik bir şekilde olmuyor.
İktisadi durum otomatik bir siyasal
bilinç yaratmıyor. Emeklilerin yaşadıkları sorunların sebeplerini anlamalarının
önünde sayısız içsel ve dışsal engel var. Ancak burada asıl sorumluluk
emeklilere ve diğer kırılgan gruplara ulaşması gereken siyasal yapılardadır.
Şairin dediği gibi “sevmek anlamak değildir, şuurun uzun bir köprüsü var
sevmekle anlamak arasında.” Emeklilerin ve emekçilerin
sevdikleri/destekledikleri siyasi zihniyet ile anlamaları gereken gerçekler
arasında da “şuurun uzun bir köprüsü var.”